Üstün Yetenekli Çocuk Yetiştirme Kaygısı: Potansiyeli Maksimize Etmenin Yıpratıcı Bedeli (Hem Onlar Hem Ebeveynler İçin)
- Ekrem Başarı

- 2 Tem
- 10 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Tem
Tam Potansiyel Tuzağı
Üçüncülük Başarısızlık Gibi Hissettirdiğinde
"Eve giderken hiç konuşmadan sadece düşündüm... Yarışmada üçüncü oldum. Arabadaki havayı hissedebiliyordum. Annemin duygularını hissedebiliyordum. Herkes bölge şampiyonu olacağımı düşünüyordu ama yapamadım. Ailemi başkalarına karşı utandırdım. Annemin hayalleri gerçek olmadı. Bana bu yarışma için harika bir kıyafet bile almıştı. Şimdi ne olacak..." (Burada izin alınarak paylaşıldı ve gizliliği korumak için hafifçe düzenlendi.)
Sözler bu yıl birlikte çalıştığım bir çocuğa ait; dramatik bir abartı değil, aykırı bir örnek de değil. Sadece zeki, yetenekli ve sevilen, kendi başarısının ağırlığı altında ezilen bir çocuk.
Annesi sert bir şey söylememişti. Aslında, tüm doğru şeyleri söylemişti:
"Seninle gurur duyuyoruz,"
"Elinden gelenin en iyisini yaptın,"
"Sorun değil."
Daha sonra konuştuğumuzda bana, "Kızımın kendisini sadece 'zeki olan' olarak gördüğünü ve sürekli olarak bu imajı korumaktan endişe ettiğini hissediyorum. Ona öğretmek istediğim şey asla bu değildi," dedi. Ancak çocuğunun aldığı mesaj farklıydı.
Neden?
Çünkü o ailede -diğer pek çok ailede olduğu gibi- başarı, onların değer ve sevgi duygusunu bir arada tutan gizli bir tutkal haline gelmişti.
Bu makale onun gibi ebeveynler içindir. Benim gibi düşünen eğitimciler içindir. Çocuklarını derinden seven ve onlar için her şeyi yapabilecek ebeveynler. Belki de onlar için en zoru çocuğumuzun yüksek potansiyelinin her ne pahasına olursa olsun açığa çıkarmamız gereken bir şey olduğu fikrinden vazgeçmektir.
Buraya Nasıl Geldik: Optimizasyon Kültürü
Her gün, zeki, motive olmuş ve fırsatlarla çevrili çocukların aileleriyle konuşuyorum, ancak yine de gelişmiyorlar. Bunlar yetenek veya erişimden yoksun öğrenciler değil. Yeteneklerine rağmen mükemmeliyetçilik, kaygı ve kimlik karmaşasının ezici yükünü taşıyan çocuklar. Ve çoğu zaman ebeveynleri de aynı şeyi hissediyor.
Bugünün dünyasında yetenekli bir çocuğu ebeveyn olarak yetiştirmenin ne anlama geldiğinden yeterince bahsetmiyoruz. Çeşitli ders dışı aktivitelerden sayısız yarışmaya, 12 yaşındaki çocukların yapay sinir ağlarını kodladığı Instagram gönderilerine kadar, performans, karşılaştırma ve aşırı mühendislik tarafından yönlendirilen bir kültürde yaşıyoruz.
"Optimizasyon" kelimesi bunun özüne iniyor, ancak bu bile çok steril kalıyor. Çocuğunuz üstün yetenekliyse, zeki olmalı. Zekiyse, dikkat çekici olmalı. Dikkat çekiciyse, en iyisi olmalı. Ve en iyisiyse, bunun kanıtı olmalı, bir madalya, en üst sıra bir kabul mektubu, bir kupa. Bu zihniyette, yeteneklerin gerçek olması için dışarıdan doğrulanması gerekir. Aksi takdirde sayılmaz. Aksi takdirde, yalnızca "potansiyeli olan" ancak bunu hiçbir zaman kullanamayan biri olarak görülme riskiniz vardır.
Mesaj incelikli ama güçlüdür: zekâ ancak dünya onu alkışlarsa önemlidir. Daha azı, potansiyele ihanet gibi hissettirir.
Dışarıdan gelen övgülere aşırı odaklanmış görünen ebeveynleri yargılamak için acele etmeden önce şunu açıkça belirteyim: Bu saplantı çoğu zaman kibirden kaynaklanmıyor. Çoğu zaman sevgi ve korkudan kaynaklanıyor. Çocuklarımızı o kadar çok seviyoruz ki onları hayal kırıklığından, kaçırılan fırsatlardan veya hafife alınmanın acısından korumak istiyoruz. Ve değeri başarıya göre ölçen bir dünyadan korkuyoruz; eğer öne çıkmalarına yardımcı olmazsak onları göz ardı edebilecek veya küçümseyebilecek bir dünyadan. Onların parlaklığını beslemek ve yönetmek arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başlıyor. Kendimizi onların yollarını düzenlerken, geride kalmamaları için fırsat iskeleleri kurarken buluyoruz. Çocuklarımızın her şansa sahip olmasını istiyoruz.
Ancak olasılığı baskıyla karıştırdık.
Potansiyeli bir yol sandık.
Bunu biliyorum çünkü bir eğitim danışmanıyım.
Bunu biliyorum çünkü her gün en iyilerle değil, ‘en iyilerin en iyileriyle’ çalışıyorum.
Kırılganlık Noktası: Neden Parlaklık Ters Tepiyor
Masum bir şekilde başlıyor: Çocuğunuz sınıfa girmeden önce okumayı öğreniyor, matematik çalışma kağıtlarını hızla geçiyor ve "zeki" olarak tanınıyor. 6. sınıfta prestijli yarışmalar kazanan veya 16 yaşında makaleler yayınlayan ulusal ve uluslararası başarılar elde eden çocukların hikayelerini duyarsınız. Çocuğunuz da en az onlar kadar yetenekli. Bunu biliyorsunuz.
Ama çocuğunuz da onlar kadar yetenekliyse, neden aynı sonuçları elde edemiyor?
Neden o programa giremedi? Neden tanınmadı?
Zihin cevaplar için çırpınıyor ve çoğu zaman tek vardığı yer siz oluyorsunuz. Belki de onları yeterince erken doğru sınıflara kaydettirmediniz. Belki de doğru bilgileri bilmiyor veya doğru ebeveynlik stratejilerini kullanmıyorsunuz. Belki de bir şeyi kaçırdınız. Ve aniden, çocuğunuzun algıladığı "başarısızlık" sizin başarısızlığınız gibi hissettirmeye başlıyor.
İşte bu noktada sevgi korkuya dönüşüyor. Bir çocuğu desteklemek, bir markayı yönetmeye dönüşüyor. Yüzeysel olduğumuz için değil, potansiyellerini boşa harcamaktan veya daha kötüsü, boşa harcanmasının sebebi olmaktan korktuğumuz için.
Ve böylece, her sonucu içselleştirmeye başlarız. Birçok ebeveyn, çocuklarının sonuçlarını ebeveynliklerinin bir yansıması olarak görür. Çocuğunuz yetenekliyse ve yine de yurtdışından kabul almamışsa, seçici bir programa girememişse, LGS’de ilk yüzdeye girememişse, bu sizin hakkınızda ne söylüyor? Söylenmemiş olsa da mantık kök salmaya başlar: Eğer çocuğum yetenekliyse ve başaramamışsa, bunun nedeni benim yeterince şey yapmamış olmamdır. Bir Matematik KULÜBÜ yaz kampına kabul edilmemiş olmak bir krize dönüşür. Daha düşük bir puan kırmızı bayrak gibi hissedilir. Sadece çocuklarımızın yetersiz kalmasından korkmayız; onları hayal kırıklığına uğrattığımızdan korkarız.
Yetenekli çocuklar kimliklerini başarıyla eş tutmayı öğrenirler. Sadece başarılı olduklarında güvende olurlar. Bu, özellikle her zaman en hızlı olan, "sadece anlayan" öğrenciler için geçerlidir; ne kadar mücadele ettiklerinden ziyade ne kadar öğrendikleri için övülürler. Birçoğu başarının kolayca ve hızlı bir şekilde geldiği ortamlarda büyür, bu da gerçek zorlukları varoluşsal bir tehdit gibi hissettirir. Sonunda zor materyallerle karşılaştıklarında, bununla başa çıkmak için içsel bir gelişmiş sisteme sahip olmazlar.
Mücadeleyi bir büyüme işareti olarak yorumlamak yerine, başarısızlık olarak görürler. Ben buna "kırılganlık noktası" diyorum: yetenekli bir çocuğun gerçek bir entelektüel engelle karşılaştığı ve üretken mücadelede deneyimi olmadığı an. Bu noktada "Bu zor konular hakkında düşünmek zorunda kaldığımda bundan keyif alıyorum" demek yerine "Yeterince zeki değilim" veya "Belki de aslında zeki değilim" sarmalına girerler.
Bu çöküş, genellikle sürekli izlenme ve değerlendirilme hissiyle daha da kötüleşir. Öğretmenleri, akranları veya özellikle ebeveynleri tarafından olsun, bu öğrenciler değerlerini ne kadar iyi performans gösterdikleri ile ilişkilendirmeye başlarlar. Bu kaygı sadece öğrenmelerini engellemekle kalmıyor, aynı zamanda öğrenmenin keyfini de kaçırıyor.
Eğer nasıl algılandığınız konusunda sürekli endişeleniyorsanız, meraklı olma lüksünüz yoktur. Sadece doğru olma zorunluluğu vardır.
Korkudan Ebeveynlik: Görünmeyen Müfredat
"Sadece elinden gelenin en iyisini yap" deriz, ancak akşam yemeği masasında kimin birinci olduğunu tartışırız.
"Notlarından daha fazlasısın" deriz, ancak onlar kazandığında en parlak şekilde ışıldarız.
"Zorlanmak sorun değil" deriz, ancak kötü bir sınavdan sonra sessizce Google'da öğretmenler ararız.
Evde öğrettiğimiz görünmez müfredat budur: Mücadele bir tehdittir, başarısızlık yetersizliğin bir işaretidir, başarı görülmek ve değer görmek için gereken en asgari düzeydir. Bu gizli müfredatta, çocuklarımız sevginin kazandıklarında en yüksek, başarısız olduklarında ise en düşük seviyede olduğunu öğrenirler. Hatalarının birer yük, başarılarının ise birer beklenti olduğunu öğrenirler. Ve çok algılayıcı oldukları için duraklamaları, ton değişikliklerini, dile getirilmeyen karşılaştırmaları fark ederler; sadece bizden değil, akranlarından, sosyal medyadan, piyasadaki bir çok öğrenci koçundan da.
Onlara şunu söyleyen bir mesaj ağıyla çevrili olarak büyürler:
“Değeriniz koşulludur.”
Bunların hiçbiri kasıtlı değildir. Ebeveynler sevgiyi koşullu hissettirmek için yola çıkmazlar. Aslında, genellikle tam tersini yaparız; çocuklarımıza her avantajı, her aracı, her fırsatı vermeye çalışırız. Ancak kendi kaygımız incelenmediğinde, bu gizli yollarla dışarı sızar.
Kazandıklarında biraz daha yüksek sesle tezahürat ederiz.
Yetersiz kaldıklarında paniğe kapılırız.
Onları özgeçmiş oluşturuculara doğru dürteriz.
Bunların hepsi sevgiden gelir; ancak aynı zamanda korkudan da gelir: elimizden gelen her şeyi yapmazsak iyi olmayacakları korkusu. Ve akıllı ve dikkatli çocuklarımız her şeyi fark eder. Sadece sözlerimizi dinlemekle kalmazlar; tepkilerimizi izlerler, yemek masasındaki tonu özümserler ve kimin neden kutlandığını fark ederler.
Ve bu sadece evle ilgili değildir. Çocuklar sınıfta deneme puanlarını ve ders başarılarını karşılaştırırlar. Mükemmel LGS'ler ve yaz programları ödülleri hakkında övünen gönderileri kaydırırlar ve sessizce geride kalıp kalmadıklarını merak ederler. Akran gruplarında, konuşmalar sıralama, puanlar ve seçici program kabulleri/başarıları etrafında döner. Akıllı olmak yeterli değil gibi görünüyor; kanıtlanabilir derecede sıra dışı olmalısınız.
İyi niyetli koçlar ve öğretmenler bile katkıda bulunuyor. Bazıları takım çalışmasına, merak duygusuna ve öğrenme sevincine vurgu yapıyor. Diğerleri ise yarışma hazırlığına ve yerleştirmelerine odaklanıyor, hatta bazen ebeveynlere çocuklarının yetişmek için hangi dersleri alması gerektiğini söylüyor. Bu mesajlar birikir. Öğrencilerin değerleri hakkında ne düşündüklerini şekillendirir ve ebeveynlerin önemli bir adımı kaçırma korkusunu güçlendirir.
Peki ya bu korku?
O bizi kötü ebeveynler yapmaz. Bizi insan yapar. Elbette çocuklarımızın her şansa sahip olmasını isteriz. Elbette onları desteklemek isteriz.
Ancak korkuyla ebeveynlik yapmak, geride kalma, bir şeyleri kaçırma, tam potansiyele ulaşamama korumaya çalıştığımız bağlantıyı yavaş yavaş aşındırabilir. Rehber olmak yerine yönetici oluruz.
Ve o gün geldiğinde her yönden baskı hissetmiş olan çocuklarımız artık sevgiyi performansla eş tutmaya başlar.
Ya Potansiyel Önemli Değilse?
En büyük tuzak: "potansiyeli maksimize etmek" asil geliyor. Sevgi gibi geliyor.
Ama aynı zamanda dipsiz bir kuyudur.
Çünkü insan olmanın nihai, ölçülebilir bir bitiş noktası yoktur. Çocuğunuzun optimize edilmiş bir versiyonu yoktur. Sadece bugün sahip olduğunuz çocuk vardır. Canlı, büyüyen, öğrenen, bazen dağınık ve kafası karışık, her zaman değerli.
Çocuklarımızın tam potansiyellerine ulaşmalarını istediğimizi söyleriz, ama aslında neyi kastediyoruz?
Seçkin bir üniversitede yer mi?
Mükemmel bir sınav puanı mı?
Ulusal ya da uluslararası bir ödül mü?
Birçok yetenekli öğrenciye biyokimya dersi veren arkadaşımla şakalaşırdım. Bir keresinde bana öğrencilerinden bazılarının sadece sınavda çıkacaksa materyalle ilgilendiğini söylemişti. Notlandırılmayacaksa, ilgilenmiyorlar.
Bir gün yelken yaparken, "Her şey işlemsel olmak zorunda değil. Neden yelken yapmaya geliyorsun, madalya kazanmak için mi?" dedi. Bunun saçmalığına güldük. Yelken yaparsınız çünkü doğa sporlarının sizi geliştiğinizi hissedersiniz ya da hafta sonu yapılacak keyifli bir şey olduğu için yaparsınız. Öğrenme de böyle olmalı; anlamlı, neşeli veya kendi başına güzel olduğu için yaptığımız bir şey. Ancak bir yerlerde, bilgiyi, başarıyı para birimi gibi görmeye başladık. Bir testte veya özgeçmişte görünmüyorsa, bilmeye değmez olmalı. Bu zihniyet sadece çocukların ne öğrendiklerini sınırlamakla kalmaz; toplumda kim olmalarına izin verildiğine yönelik düşüncelerini de dar bir çerçeveye sıkıştırır.
Ailelerle sık sık paylaştığım bir metafor:
Eğer asla Olimpiyat yüzücüsü olmayacaksanız, yine de yüzmeli misiniz?
Elbette. Çünkü yüzmenin kendisi yapmaya değerdir. Ya yetenekli olmanın amacı daha fazlasını başarmak değil de daha derin hissetmek, daha yaratıcı düşünmek ve daha gerçekçi bir şekilde bağ kurmak olsaydı?
Ya çocuğunuz büyüdüğünde Urfodu/Kanguru Matematik Sınavının ne olduğunu bile bilmeyen, ama yine de geceleri matematik kitapları okuyan ve ona keyif verdiği için kıkırdayan nazik, meraklı, neşeli bir insan olsaydı?
Bu yeterli olur muydu?
Daha derin ironi şudur: Başarısızlık korkusu bizi bundan korumaz; ne kadar başarırsak başaralım, başarısız hissedeceğimizi garanti eder. Çocuklara değerlerinin başarılarla ölçüldüğünü açıkça veya dolaylı olarak öğrettiğimizde, asla tatmin edilemeyecek bir açlık yaratırız. Her kilometre taşı yeni bir temel çizgi haline gelir. Her zafer çok çabuk kaybolur.
Ve geride kalma korkusu başarılı olduklarında ortadan kalkmaz; sadece daha da güçlenir.
Bu zihniyette, hiçbir başarı asla yeterli olmaz ve bu kimlikten kaçınma çabası sonsuz kaygı ve tatminsizliğin kaynağı haline gelir.
Acı verici bir paradoks: Çocuklarımızı mutlu olmak için olmaları gerektiğini düşündüğümüz kişilere dönüştürmeye ne kadar çok çalışırsak, oldukları kişinin yeterli olmadığını o kadar çok öğretiriz.
Ve ironi şu, çocuklar korkuyla (başarısızlık, yetersizlik, bizi hayal kırıklığına uğratma) hareket ettiğinde esneme, keşfetme veya risk alma özgürlüğünü hissetmezler. Ancak kendilerini güvende hissettiklerinde, değerlerinin tehlikede olmadığına güvendiklerinde, zorluklara açıklık ve dayanıklılıkla gerçek anlamda tanışabilirler. Denemeye, başarısız olmaya ve tekrar denemeye daha istekli olurlar. Ve çoğu zaman daha fazlasını başarırlar; mükemmel olmaya zorlandıkları için değil, hayata tam anlamıyla dahil olmak için yeterince güvende hissettikleri için. Kendisi olmaktan utanmamak aslında hayatının gelişmesini sağlayan şeydir.
Bunun Yerine Ne Yapabiliriz
Ebeveynliğinizi değiştirmeden önce, kendinizi nasıl hissettiğinizi düşünerek başlayın.
12 yaşında bir çocuğun önde gelen bir akademik dergide bir araştırma makalesi yayınladığını okusaydınız vücudunuz nasıl hissederdi? Bir akranınızın çocuğunun ulusal bir yarışmada zirveye yerleştiğini duyduğunuzda? Kendinize karşı dürüst olun. Bir korku sancısı mı hissediyorsunuz? Bir yetersizlik hissi mi? Daha fazlasını yapmak için bir baskı mı hissediyorsunuz? Bu bir zayıflık değil. Bu insan olmaktır.
Buradan başlayın.
Kendi kaygınızı incelemezseniz ebeveynliğinizi anlamlı bir şekilde değiştiremezsiniz. Aksi takdirde, korkunuz en iyi niyetli çabalarınıza bile yansıyacaktır. Doğru kelimeleri söyleyeceksiniz, ancak çocuğunuz alttaki gerginliği hissedecektir. Duygusal olarak sağlam çocuklar yetiştirmek için, kendimizde duygusal dürüstlükle başlamalıyız.
Peki bu nasıl görünüyor?
Fark etmekle başlar. Başka bir çocuğun başarılarını duyduğunuzda vücudunuzun nasıl tepki verdiğine dikkat edin. Midenizde bir düğüm mü var? Göğsünüzde bir sıkışma mı? Karşılaştırma yapmak için acele mi ediyorsunuz? Bu duyguları uzaklaştırmak yerine, onlara isim vermeyi deneyin. Kendinize, "Şu anda kendimi güvensiz hissediyorum" veya "Bu, yeterince şey yapmadığımı hissettiriyor" deyin. Duyguyu yargılamadan kabul edin.
Sonra kendinize şunu sorun:
"Kendime hangi hikayeyi anlatıyorum?"
Bir ebeveyn olarak geride kaldığımı mı? Çocuğumu hayal kırıklığına uğrattığımı mı? Çocuğumun değerinin veya benim değerimin sonuçlarla belirlendiğini mi?
Bunu yazın. Güvendiğiniz bir arkadaşınızla konuşun. Altında ne olduğunu görmek için yeterince uzun süre üzerinde durun. Bu tür bir öz sorgulama alan yaratır. Korkunun etkisini yumuşatır ve çocuğunuz için biraz daha bütünsel olarak yanında olmanıza yardımcı olur.
Korkusuz olmak zorunda değilsiniz. Sadece kendinize karşı dürüst olmanız gerekir.
İşte ebeveynler olarak yapabileceğimiz birkaç bilinçli değişiklik. Çocuğumuzun idealize edilmiş bir versiyonunu ortaya çıkarmak için değil, gerçekten önemli olanı korumak için, öğrenme sevgisi ve benlik duygusu.
Önemli anlardan sonra bilinçli olarak odağı değiştirin. Bir yarışma, sunum veya testten sonra, sonuçlar hakkında soru sorma dürtüsüne direnin. Bunun yerine, yansımayı ve bağlantıyı güçlendiren sorular sorun:
"En unutulmaz an neydi?"
"Seni ne şaşırttı?"
"İlginç biriyle tanıştın mı?"
Sonucu merkeze almayarak, değerlerinin performansa bağlı olmadığını işaret ediyorsunuz. İlk başta doğal gelmeyebilir, ancak bu değişim bilinçli bir uygulama gerektirir ve zamanla, ailenizin başarıya ilişkin duygusal tonunu yeniden düzenlemiş olursunuz.
Rahatsızlığa yer açın. Çocuğunuz zor bir şeyle karşılaştığında, ister zor bir problem seti ister yolunda gitmeyen bir grup projesi olsun, rahatsızlığa yer açın. Ve her şeyden önce, kendinizle iletişim kurun. Çocuğunuzun zorlandığını öğrendiğinizde nasıl hissettiğinize dikkat edin. Zihniniz hemen öğretmenleri Google'da aramaya mı atlıyor? Yeni derslere kaydolmaya mı? Bunu nasıl düzelteceğinize dair bir düzine soru sormaya mı?
Duraklayın. Kendinize şunu hatırlatın:
Bazı dersler zordur. Bazı deneyimler sinir bozucudur. Bu çözülmesi gereken bir sorun değildir; bu, yaşamanın bir parçasıdır. Onları kurtarmanıza gerek yok. Önerilerde bulunmanıza gerek yok. Bunu daha iyi hale getirmenize gerek yok. Bunun yerine, basitçe "Bu zor bir ders gibi görünüyor" diyebilir ve konuyu öylece bırakabilirsiniz.
Zorluğu normalleştirin.
Performans dışı alanlar yaratın. Onlara "en iyi" olmanın önemli olmadığı çıkışlar verin. Hobiler, doğada geçirilen zaman, serbest yaratıcı oyun; hepsi çocuklara başarının dışında kendileriyle ve başkalarıyla bağlantı kurma şansı sunar. Ancak bu niyet gerektirir. Bu neşe, bağlantı ve dinlenme anları kendiliğinden gerçekleşmez; korunmalı ve önceliklendirilmelidir. Bazen bir çocuğun rahatlığı bile ebeveynin kaygısına yol açabilir.
"Çok rahat görünüyor. Ders çalışmaları gerekmez mi?
Potansiyellerine ulaşmaları için daha fazla şey yapmam gerekmez mi?" diye düşünürken bulabilirsiniz.
Ancak rahatlık, rehavet değildir. Dengeli bir yaşamın gerekli bir parçasıdır. Dinlenmeye yer açın. Çocuğunuzun huzur, yaratıcılık ve oyun anlarında oyalanmasına izin verin. Takvimlerindeki her boşluğu doldurmak için acele etmeyin. Bilerek neşe planlayın. Yürüyüşe çıkın. Kurabiye pişirin. Saçma filmler izleyin. Yavaş akşam yemekleri paylaşın. Bunlar büyümelerini engelleyen dikkat dağıtıcı şeyler değildir. Bunlar büyümeyi sürdürülebilir ve hayatı anlamlı kılan şeylerdir.
Bunu yüksek sesle ve sık sık söyleyin. Sevginizi görünür ve sözlü hale getirin, ancak her zaman ciddi bir konuşma olması gerektiğini düşünmeyin. Bunu günlük anlara serpiştirin: araba kullanırken, yemek yaparken, birlikte gülerken. "Bugün ayakkabılarını nasıl bağladığını çok beğendim, çok yaratıcı," veya "Yaptığın o yeni menü tasarımı? Tamamen dahiyane." gibi şeyler söyleyin.
"Dünyadaki herhangi bir 10 yaşındaki çocuğu seçebilseydim, yine de seninle vakit geçirmeyi seçerdim."
Onlara, sevginizin kupalar veya sınav puanlarıyla kazanılmadığını, rahat ama açık bir şekilde bildirin. Büyük yarışmalardan veya performanslardan önce, "Seninle zaten gurur duyuyorum, buraya gelmek bile harika," veya "Ne olursa olsun, önemsediğin bir şeyi yaptığını görmekten hoşlanıyorum." gibi şeyler söyleyin. İlk başta garip gelebilir, ancak zamanla doğal hale gelir. Küçük şeyleri takdir etmeyi bir alışkanlık haline getirin. Bu küçük yorumları hayatlarının arka plan müziğinin bir parçası haline getirin.
Bu değişimler ilk başta belirsiz, hatta yapay gelebilir. Ancak zamanla uygulandığında, evinizin duygusal atmosferini dönüştürürler. Güvenli bir ortam yaratır ve gerçek merakın ve içsel motivasyonun gelişebileceği bir alan oluştururlar. Bu sadece çocuğunuz için değil, belki sizin için de geçerlidir. Bu süreçte, kendi içinizdeki çocuğun rahatladığını hissedebilirsiniz.
Yeterli olduğunuzu bilmenin verdiği huzur her zaman sizinle kalsın.
Yazar Hakkında
Ekrem BAŞARI, eğitim teknolojileri ve gamification temelli öğrenme alanlarında uzmanlaşmış bir stratejik eğitim danışmanıdır. Özellikle K12 çağındaki çocukların öğrenme motivasyonunu artırmaya yönelik projeler geliştirir. Türkiye'de ve globalde çeşitli özel kurumlarla çalışarak binlerce aile ve öğrenciye ulaşan Ekrem BAŞARI, aynı zamanda matematiksel düşünmenin küçük yaşta nasıl şekillenmesi gerektiği üzerine içerikler üretir. Kurucusu olduğu Matematik KULÜBÜ’nde ve ortaokul çağındaki kardeşi, küçük yeğenleriyle geçirdiği zamanlar, hem akademik hem de pedagojik perspektifine sahada derinlik kazandırır. Öğrenmenin bir oyun gibi hissettirilmesi gerektiğine inanır; bu yüzden hazırladığı programlar, çocukların merakını ve içsel motivasyonunu tetikleyecek şekilde tasarlanır.



Yorumlar